Öne Çıkanlar Astım atağına GastroANTEP Göztepenin yeni ortakları Moda ve  kozmetik İngilteredeki Channel 4 Show Kadına şiddet BİRLEŞİK KRALLIK Nurşani Engelli Bireyler Apollo Filarmoni Orkestrası Liam Payne Çingene müziği Zeynep Bastık Vox Lux Mehmet Karakuş şarkıcı Nilufer Aslıhan Karalar İsmail Dogus CHP Genel Başkanı Özgür Özel Recep Tayyip Erdoğan

Kıbrıs Barış Harekâtı, Hakan Tuna

Temmuz ayının hikâyesi öncekilerden biraz farklı olacak. Çünkü bu sefer önce hikâye, sonra müzik geliyor. Bunu hep paylaşmak istemiştim. O halde sözü uzatmadan hikâyeye başlayalım, sonlara doğru müziğe de biraz değiniriz.

- Bu haber 140 kez okundu.

Kıbrıs Barış Harekâtı, Hakan Tuna

Hakan Tuna
Temmuz Hikâye - Kıbrıs Barış Harekâtı
5 Yaşında Hakan Tuna
Temmuz ayının hikâyesi öncekilerden biraz farklı olacak. Çünkü bu sefer önce hikâye, sonra müzik geliyor. Bunu hep paylaşmak istemiştim. O halde sözü uzatmadan hikâyeye başlayalım, sonlara doğru müziğe de biraz değiniriz.
Londra’da doğdum ama hayatımın ilk iki yılı Kıbrıs’ta geçti. Benden bir yaş küçük kız kardeşim Kıbrıs doğumlu, hatta 3 kardeş arasında Londra’da doğan bir tek benim. Ben 2-3 yaşlarındayken de Londra’ya geri döndük.
Döndükten sonra Kıbrıslı Türklerin çoğu gibi annem de yaz tatillerini Kıbrıs’ta geçirmek istedi. 1974 yazında deniz kum güneş ümidiyle Kıbrıs’a doğru yola çıktık.
Tatilin ilk yarısını pek hatırlamıyorum, geceleri arabanın arka koltuğunda pencereden dağları izlediğimi hatırlıyorum mesela.
Net hatırladığım tek şey büyük büyükbabamın devasa çiftliğinde kaldığımız ki şimdi orası Yunan tarafında. Çiftlikte kocaman kapıları olan küçücük bir ev vardı. Elektrik yoktu, sabahları horoz sesiyle uyanıyordum. O evin küflü kokusunu şu an bile çok iyi anımsıyorum.
1974’ün Temmuz ayında, tam da biz tatildeyken, savaş çıktı. Herkes gibi biz de savaşın ortasında kalakalmıştık. 5 yaşındaki bir çocuk olarak hiçbir şeyin tam olarak farkında değildim ve etrafımda olup bitenleri heyecan verici buluyordum.
Hatırladığım ilk şey Kıbrıs’tan mümkün olduğunda çabuk ayrılmamız gerektiğiydi. Annemin eniştesi İngiliz ordusunda meteoroloji uzmanı olarak çalışıyordu ve bize harekâtın başlayacağını bir gün önceden söylemişti. Şimdi tabii İngilizlerin harekâtı 20 Temmuz’dan önce bilmediğini düşünenler olacaktır. Bence İngiliz istihbaratı genellikle her şeyi bilir ve işlerine gelen bir durum varsa arkalarına yaslanıp öylece izlerler.
 
Dediğim gibi olabildiğince hızlı bir şekilde oradan ayrılmamız gerekiyordu. Harekât ayın 20’sinde başladığında, İngiltere’de yaşayan İngiliz vatandaşları İngiliz Ordusu tarafından kurtarılacaktı. Savaş çıkmıştı ve Yunanistan’da bir askeri darbe olmuştu. Yeni rejimin amacı Kıbrıs’ı Yunanistan topraklarına katmaktı ve Türk ordusu buna karşılık Kıbrıs’taki Türkleri kurtarmak için bir harekât düzenlemek zorunda kalmıştı.
İngiliz vatandaşları olarak bizim durumumuz daha farklıydı. Londra’ya dönmek için İngiliz ordugâhında bekleyen bizim gibi yüzlerce aile vardı. Bizi silahlı askerler koruyordu. Ordugâha nasıl geldiğimizi hatırlamıyorum, tek anımsadığım bir kamyonetin arkasında olduğumuz ve her yerde silahlı askerler olduğu. Onlara gözümü dikip baktığımda hiçbir şekilde ciddiyetlerini bozmuyorlardı ama ara sıra gizli gülümsemeler yakalamıyor da değildim.
Hatırladığım şeylerden biri de Türk ordusunun gelmesinden bir önceki gün plajda parmak arası terliklerimi kaybetmem ve döndüğümüzde bana yenisinin alınacak olmasıydı. Ama geri dönemiyorduk ve sürekli terliklerim hakkında mızmızlanıyordum. Yeni terlikler istemiyordum zaten, ben kaybolan terliklerimi istiyordum   Yani o savaşın ortasında tek derdim terliklerimdi   Annemde evliya sabrı varmış gerçekten. Ancak yine de 5 yaşındaki bir çocuğun gerçek bir savaşın ortasında bir ordugâhın içinde ne kadar tuhaf hissettiğini tahmin edebilirsiniz.
Bu küçük hikâyede kesinlikle bir Rum kesimi karşıtlığı yok. Yıllar boyunca okulda, işte Rum kesiminden bir sürü arkadaşım oldu. Bir yan hikâye de şu ki dayım ve annemin eniştesi (İngiliz ordusunda meteoroloji uzmanı olarak çalışan) bizi ordugahta bırakıp evi kontrol etmeye gittiler. Bu son derece kötü bir karardı çünkü bölge Rumlar tarafından ele geçirilmişti ve her ikisi de bölgedeki insanların geri kalanıyla birlikte toplanarak gözaltına alındı. Dayım serbest bırakılacak kadar şanslıydı. Çünkü bir İngiliz vatandaşı olarak onları kendisini bırakmaya ikna etmeyi başarmıştı, onlara sadece tatil için Kıbrıs'ta olduğunu ve İngiltere'de yaşadığını anlatmıştı. Diğer yandan annemin eniştesi o kadar şanslı değildi ve Yunanlılar tarafından götürüldü.
Her iki taraftan da binlerce kişi ne yazık ki hala kayıp ama annemin eniştesi nasıl kaçtı? Rum gardiyanlardan biri onu özgür bırakmış ve mümkün olduğu kadar hızlı koşarak olabildiğince uzağa gitmesini söylemiş, çünkü orada kalırsa öldürülecekmiş. Peki, gardiyan onu neden serbest bırakmış? Çünkü gerçek hayatta birbirlerini tanıyormuş. Bu gardiyan savaşın kafa yapısına kendini kaptırmamıştı ve iyi bir insan olmayı sürdürmüştü. Orada olmak istemediğinden eminim, belki de başka erkekleri ölümlerine göndermiştir, belki bunu yapmasaydı o öldürülecekti... Savaş en büyük trajedi ve insanoğlu hiç ders almıyor, çünkü savaşta herkes kaybeder, kimse kazanmaz. Bu Rum gardiyanı sayesinde annemin eniştesi serbest kalmıştı, ancak maalesef pek çok kişi kayıptı.
Hikâyemin ordugahtan sonraki bölümü Londra'ya eve dönüş uçak yolculuğuyla ilgili. Eve normal bir uçakla değil bir Hercules nakliye uçağıyla döndük. Normal uçaklardaki gibi koltuklar yoktu, her iki tarafta oturma yerleri vardı. Uçağın sol tarafına oturduğumuzu hatırlıyorum, makineli tüfekli askerler de uçağın sağındaydı. Askerler makineli tüfekleri ellerinde tutuyordu, hepsi tedirgindi ve ancak uçak kalktıktan sonra rahatladılar. Karşımızda oturan asker görevini başarmış olmanın gururuyla bakıyordu bize. Ben de onlara gözümü dikip bol bol baktığımı hatırlıyorum.

O zamanlar 10 yaşındaki ağabeyim pilot kabinine davet edildi. Bana küçük olduğum için izin vermediler ama ağabeyim hala 10 yaşında bir savaş uçağını uçurduğunu anlatır durur. Düşünsenize, 10 yaşında kaç çocuk böyle bir ortamda bulunmuştur ki hele kokpite girip bir de uçağı uçuruyormuş gibi yapmasına izin verilsin. Bense bunun karşılığında onlara dik dik bakmaya devam ettim, hem de daha dik...
Havaalanına inmedik, tek hatırladığım büyük bir tarla gibi bir yerde olduğumuz ve orada masalarda bir sürü sandviç ve konsantre meyve suyu olduğuydu. Bundan daha fazla İngiliz olunamazdı, evde olduğum için çok mutluydum.
Bu hikâye hafızamda çok parçalı. Boşlukları ağabeyime sorup doldurmak istedim ve hatırladığım detaylar karşısında ağzı açık kaldı. Burada bir başkasının bakış açısını değil, sadece o 5 yaşındaki çocuğun o uzak geçmişten hatırladıklarını yazmak istedim.
Londra'ya geri döndük ve birkaç hafta sonra anaokuluna başladım, ardından da normal okul hayatım başladı hayatımın sonraki 10 yılını pencereden bakıp hayal kurarak geçirdim, etrafımdaki insanlar da eğitim aldı.
Peki ya müzik?
Bu ay için müzik olarak ne sunacağımı gerçekten çok düşündüm. Kıbrıs’ı ne kadar özlediğimi anlatan bir cover şarkı pek samimi gelmedi, çünkü hiç orada yaşamadım. Bu yüzden 1976’ya döndüm ve Gülferiler adlı bir Kıbrıslı Türk ailesinden oluşan bir grubun albümünü hatırladım. 71-72 yıllarında bir plak çıkarmışlardı ve bu plak 1976’da bizde vardı, geleneksel Kıbrıs melodilerinden oluşan bir albümdü.
İlk klavye çalmaya başladığımda yaklaşık 14 yaşındaydım ve ilk öğrendiğim şarkılardan biri bu albümdeki Gelin Karşılama Havası adlı melodiydi. Kızları etkilemek için küçük Casio orgumda bunu çalardım, çok iyi çalardım, hepsi de çok etkilenirdi
Böylece bu ayki şarkımız benim Karşılama Havası versiyonum. Ben şarkıyı ilk olarak yaklaşık 8 yaşlarındayken Gülferiler ’den öğrendim. Ailem için müzik gerçekten önemliydi ve zaten benim ilgim de öyle başladı. Büyükannemin evinde topladığımızda amcam gitar ve piyano, ağabeyim gitar, kuzenim davul çalardı ve hep birlikte doğaçlardık, böyle bir ortamda büyüdüm. Bu yeni elektronik versiyonda tüm enstrümanları ben çaldım.
Umarım bu ayın hikayesinden keyif almışsınızdır ve müziği de beğenirsiniz. Gülferiler’lerin müziğini merak ederseniz Spotify'da Düğün Gecesi albümlerini bulabilirsiniz.
Teklinin kapağı ise hala sahip olduğum bir atlastan. Atlas babamındı ve en az 45 yıllık. Babam Kıbrıs, Türkiye, Kuzey Afrika ve Birleşik Krallık arasında çizgiler çizerdi. Çizgilerin ne anlama geldiğini hep merak ettim ve kapak olarak kullanmak istedim.
Kısa hikayemi okuduğunuz için teşekkürler.
Hakan Tuna
Londra, 15 Temmuz 2021 - 00.16
 

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.